Hayal satıyorum ister misiniz?

Geçtiğimiz sayıda 30. yılına ulaşan DAĞDER’in dönüm noktalarını yazmaya çalıştım.

Bu süreçte de gördüm ki, iş yapma becerisinden ziyade çelme takma becerimiz daha yüksek.
Hatta çamurdan olsun, bizden olsun anlayışı ile ortaya çıkan mikro milliyetçi yapı da kente zarar veriyor.
Bunu oturup ciddi ciddi tartışabiliriz. Sonuçta özeleştirimizi yapmak bizi küçültmeyeceği gibi ilerisi için güzel günler sunacaktır.
Eskiden beri “kabuğunu kırma” fikrini düşünüyorum. Kabuk kırma salt yöresel bir ağızdan olacak bir durum da değil.
Kente, ülkeye dünyaya ve hatta uzaya sonsuz gezegenlere dair söyleyeceğiniz sözler olmalı.
Kısır bir yöre milliyetçiliği ile nereye kadar gidilebilir? Ya beceriksiz, art niyetli, kafası belinden aşağıda çalışan insanlar olduğu sürece başarılı olabilir miyiz?
Yoksa bu insanlara da mı yardım etmek bizim görevimiz? Bunları kırsal kalkınma adına fikir üretmeye çalışan herkes düşünce dünyasına almalı.
Nitekim arşivlere baktığımızda DAĞDER’in kuruluşunu bu kısır döngünün çarkını bozmak adına önemli görüyorum. Bunu nasıl ve nereden gördüğünü bilmediğim bazı şovmenler de zaman zaman ortaya çıkabiliyor.
Mesela bunlar bir köy dernekleri toplantısı fotoğrafının altına: “kesin yol sorununu çözmüşlerdir” diye amaç-sonuç ilişkisini göbeğinden anlayan bir yorum yapabiliyor.
Ya da kendi köyünün fotoğrafı olmayınca, kendini dışarıda kalmış hissettiğinde “İlla Kelesli mi olalım” “Burayı Orhanelilerin yerine çevirdiniz” gibi garip fikirler ile varlığını gösteriyorlar.
Bazı fırsatçılar, Genel Başkanlara garip yerlerden vurmaya çalışıyorlar, zira böyle olunca yazılar iyi reyting yapıyor. Yorumlar, etiketlemeler ve sosyal medyada paylaşımlarla “Dağder yönetimi misin nesin, şunu şöyle yapsana” diye acayip yol gösterenler de var.
Turnuvalarda, etkinliklerde, toplantılarda bu masum örneklerini yazdığım da bizim insanımız. Fedakarlığın sınırlarını zorlayan, ekmeğini bölen de bizim insanımız.
İnsan psikolojisinin ne istediğini, hangi olgulardan korktuğunu veya nasıl tepki verdiğini ölçmek zor zanaat. Tüm bunların hızımızı azalttığı ise tartışılmaz bir gerçek.
Aslında dernekler kimseye bir şey vaat etmiyor. Gönüllü iseniz buradasınız, yok değilseniz “uğurlar ola” diyen bir yapısı var dernekçiliğin. Yani hayal satıyoruz, ister misiniz?
Ya gerçek olur ya da olmaz bilemeyiz. Yol yaptırabilir mi? Belki evet, belki hayır. Yumruğunu masaya vuran vekilleri olur mu? Ya olur, ya olmaz.
Ama güzel şeyler için uğraşan insanlar olur mu? Olur, bal gibi olur. Olması lazımdır, vazgeçilmezdir.
Biz hayal kuralım, gerçekleşmesi için çalışalım. Bu hayali satın alan birileri olur belki.
Hala yol mu istiyorsun sevgili okur? O da olur. Sen istemekten vazgeçme. Zira ben yolun çukurlarını bile saydım. “Sana ne çukurlardan, sana mı kaldı?” diyen yöneticilerim oldu başımda.
Ama ne olur, “şunu şöyle yapsanaaaa alooo” cümlelerimizden “bu böyle olursa daha güzel olur diye düşünüyorum” cümlelerine geçelim. İnanın daha çok muhatap bulur, daha kolay hayal satar ve bu hayallerin gerçeğine tez vakitte ulaşırız.
Yine de -her şeye rağmen- doğru yanımız, yanlışımızdan kat kat fazla.
Umudumuz her zamankinden daha çok. İyi bir ülke, iyi bir dünya iyi bir memleketten geçer.
Var mısınız, önce kendimizden başlamaya?
Ve ilk hayali ben satın alıyorum. Yazıyorum buraya:
Neden olmasın bu toprakların kültürüyle beslenen kendi değerlerinde yoğrulmuş okullarımız, eğitim kurumlarımız?
Anaokulundan, üniversiteye… Hayal edin bakalım. Nasıl olurdu?

Bence güzel olurdu, sence sevgili okur? Sence nasıl olurdu?

Ama sakın “dernek bunları yapamaz” deme… Ben hayal satıyorum almak isteyene…

Yunus Emre Coşan – Ağustos 2018

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir