Gözün telefonda, televizyonda, işte, takipte, yolda, arabada, amirinde, müdüründe, patronunda, alışverişte, partinde, cemaatinde, futbol takımında, borsada, dolarda, euro’da, kolundaki saatte, faturalarda, ödemelerde, ekstrelerde, davetiyelerde, toplantılarda vs vs…
Kulağın ha keza sana gelecek talimatta, çağrıda, kornada, zilde, telefonda, beklenilen haberde, vs…
Yaşadığın şehrin üstünde bulutlar beyaz mı siyah mı durup sadece kendin için uzun uzun bakıp gönlünü dinlendirebildin mi?
En son ne zaman oldu bu!
Hatırlıyor musun?
Hatta bulutlar “beni de gör” diye üstüne yağmur atıyor ama sen ıslanmamak için ondan da kaçmaktasın…
Ayağın en son ne zaman çimene, toprağa değdi?
Onu bile hatırlayamıyorsun!
Gördüğün çiçekler evinde, iş yerinde ve cam kenarlarına hapsedilmiş bir iki daldan ibaret…
Bir de gidip görebilirsen çocuk parklarında ve nadiren gördüğün yeşil alanlarda.
Doğal olan ve doğadan olan neyle ne kadar irtibatın kaldı hiç düşünüyor musun?
Bu kadar doğal olandan uzak kalmak sence normal mi?
Uğruna bunca şeyden koparak koşuşturup emek verdiğin iş yaşamı, yeni yaşam biçimi, modern olarak kurgulanan hayat sana hakkaniyetli davranıyor mu?
Mesela 60-70 yıllık ömrünün ortalama 30 yılını sadece bir ev alabilmek için taksit ödeyerek ya da para biriktirerek yaşamak neyin nesidir?
Evin inşasında kullanılan toprak bizde, taş bizde, demir bizde, su bizde, ağaç bizde, emek bizde.
Ama maliyetler neden bu kadar ağır?
Ve sen yarı ömrünü niçin bu kadar ağır bedelle bir barınağa sahip olmak için harcıyorsun!
Bunun daha kolay ve onurlu bir yolu yok mudur ki, kapitalist bir kâr hevesine ömrünün yarısını feda etmektesin? Hem de “evim oldu” diye sevinerek!
Kalan ömründe de hastalanmadıysan eğer yaşlanmış olarak, bu eve sahip olacaksın.
Bu vizyon (eğer vizyon ise) baştan sona zalimce bir hal değil midir?
Öyle ki insan mı maddeye hükmediyor yoksa madde mi insanı kendisine hizmetkâr kılıyor?
Ve bu zalimliği hiç sorgulayamıyor ve kaderinmiş gibi kabulleniyorsun!
Velhasıl;
Yetişmemiz gereken tek yer akşam ezanı olunca baba eviydi önceden… Ya şimdi her yere yetişme derdindesin ama sadece baba evine gidemez oldun.
Peki, seni savuran şey senden ne istemektedir ve hangi mecbur kalmışlık seni bu yapay kalıplara seni zorlamaktadır?
Ne zaman kalbinin ve hayallerinin arzu ettiği dünyaya sahip olacaksın?
Bu hayallerimiz hep bir ütopya olarak mı kalacak ömrümüzde?
Bunun için kaç ömrün var ki, elindeki zaman dilimini böylesine sorgusuz, anlamsız ve boyun eğmişçesine, başkalarının tasavvur ve tasarımına göre harcıyorsun?
Bilmem farkında mısın?
Okuduğun şu yazıda bu kadar soru işaretine bizi mahkûm eden durum bile halimizin ahvaline gösterge değil midir?
Istıraba katlanmayı beceriyorsun ama katlandığın ıstıraba ses çıkartmayı beceremiyorsun!
Sence bu hepimizin gerçek hüzünlü hikâyesi değil midir?
Ne dersin?