Öykü: Yanılsama

Hep böylesin Cemal, hep böylesin. Bir kere de sorumluluk alsan? Senle neden evlendim hâlâ…
Yine başladı Macide. Saat yedi. Uyurken bile beni suçlayacak şeyler buluyor kadın. Daha gözümü yeni açtım. Sus Macide Allah aşkına, çocuklar uyanacak. Bu enerjiyi nereden buluyorsun sabahın köründe? Vallahi hayranım sana.
Huzurlu deliksiz bir uyku uyuyamamıştı Cemal. Fırtına çıkmıştı. Bu o, koca bir dizi yıldırımla, gök gürültüsüyle boşanıveren fırtınalardan değil, işine bol zaman ayıran, güçlerini uzun zaman gizli tutan bir fırtınaydı. İki saat süreyle kararsız bir biçimde gökyüzünde dolaştı durdu. Hafiften şimşekler çaktı, yavaş yavaş mırıldandı, nereye toplanacağını bilmezcesine semtten semte gezindi. Bu arada genişledi, büyüdü de büyüdü, sonunda ince bir kurşun yorgan gibi bütün şehrin üstünü örttü. Gene bekledi, duraksamasıyla içinde daha da büyük bir güç topladı gene de patlamadı… Hiçbir şey kıpırdamıyordu bu örtünün altında. Boğucu sıcak atmosfer en küçük bir esintiyle olsun kımıldamıyor, bir yaprak, bir toz tanesi bile kımıldamıyordu. Ve sonra sonunda sabah oluyordu artık, biraz gün ağarmaya başlamıştı, bir patırtı oldu, tek, sanki tüm şehir havaya uçuyormuşçasına şiddetli tek bir patlama. Cemal birden yatakta doğruldu. Patlamayı bilinçli olarak işitmemişti. Nerede kaldı onun gök gürültüsü olduğunu anlamak? Bir daha uykuya dalamadı, döndü durdu yatakta.
Macide’nin yakınmaları bitecek gibi değildi. Çıktı yataktan, banyoya yöneldi. Macide’nin sesi mutfaktan geliyor. Hızlıca tıraşını olup mutfağa yollandı. Bu sabah Macide’yle tartışmamaya kararlı. Günaydın. Macide hızını alamamış, söylenmeye devam ediyor, çocuklara reçelli ekmek hazırlıyor bir yandan da. Hayır, daha fazla tahammül edemeyeceğim bu kadına, kahve içmesem de olur. Hızlıca hazırlanıp çıktı evden.
Yokuş aşağı yürümeye başladı. Derin düşüncelerinden sıyrılıp topal simitçiyi fark etti kaldırımın başında. Bir simit aldı, yiyerek yürüyor. Tek tük geçenler dönüp bakıyorlar. Kılığı düzgün bir adamın sokakta simit yemesi yasaktır. Simidi kır, cebine sok, tek elinle bir lokma koparıp kimseye sezdirmeden ağzına at. Ama ben dişlerim sağlamken ısıracağım. Elindeki simidi gevelerken gördü onları, eski karısını ve onun yeni kocasını. Adrenalinin; bir keresinde okuduğu üzere böbreküstü bezlerinin, insanın vücutça en büyüğünden bir tehlike ya da ruhça en büyüğünden bir umarsızlık karşısında kaldığı anlarda, vücudun kaçma için ya da yaşamla ölüm arasında geçecek savaş için bulundurduğu son kuvveti seferber edebilmesi için salgıladığı o kamçılayıcı maddenin kanına karıştığını hissetti. Ne kadar da mutluydular!El ele gülüşerek geçip gittiler Cemal’in yanından. Onu görmedi Gönül, sekiz yıl aynı yastığa baş koyduğu eski kocasını fark etmedi bile. Nasıl da güzeldi Gönül, neşe dolu hayat dolu… Nasıl aldattım ben bu kadını? Hem de Macide’yle. Macide’ye aşık olmuştu işte o zamanlar. Tutkulu fırtınalı bir aşktı bu. Cemal’in ayakları yere basmıyordu. Gönül’ü de görmedi gözü. Tek celsede boşandılar. 3 ay içinde de Macide’yle evlendi. Macide evlenmeden önce sakin, uyumlu, yumuşak huylu bir kadındı. Ancak Cemal’in gördüğü rüyanın kabusa dönüşmesi fazla uzun sürmedi. Bu da sona erdi. Eh, insan eninde sonunda kendini düşünmek zorundadır. Yumuşak huylu, cömert insanlar bencil olmaya zorba yaradılışlılardan daha fazla hak kazanırlar. Birinin durumunun ötekini pek düşündürmediğini anladıkları gün onların da mutluluğu sona erdi. İçini bir huzursuzluk kapladı. Geç kalınmış pişmanlık. Her şeye geç kalmıştı, kendi elleriyle mahvetti hayatını. Ellerine baktı Cemal. Ne kadar da yaşlanmıştı bu eller.
Sahile doğru yürümeye başladı. Yürümek yatıştırır. Yürümede sağaltıcı bir güç vardır. Düzenli biçimde hep bir ayağın öbürünün ilerisine basma, aynı zamanda kolları ritmik bir biçimde kürek sallayıp soluma sıklığının yükselmesi, nabzın hafifçe uyarılması, akıp giden havanın deri yüzeyinde duyumsanışı, bütün bunlar bedenle zihni hiç karşı durulmaz biçimde birbirine yaklaştıran ve ruhu, ne kadar dumura uğramış, zedelenmiş de olsa, büyüten, genişleten olaylardır. Köprüye geldi. Gözlerini uçsuz bucaksız denize dikip düşündü bir süre. Ellerinin titremeye başladığını, sonra da tüm bedenine yayıldığını ayrımsadı. Elinin ve bedeninin titremesi bir türlü geçmiyor, kafasının içinde birçok şey anlam değiştirmeye, daha da kötüsü, az önce gördüklerinin tam tersiymiş gibi görünmeye başlıyordu. Bir solukta köprünün korkuluklarına tırmandı, denizin soğuk ve derin sularıyla yüzleşti.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir