Bursa’nın dağ yöresinde krom madenleri, mermer yatakları, ılıcası ve panayırıyla tanınan Harmancık, folklorunun zenginliğiyle de ilgi çeken bir ilçemiz. Harmancık’ın eski düğünleri, halk kültürünün dağ yöresindeki renkliliğini, canlılığını gösteren en güzel örnekler sayılabilir. Yörede üç gün üç gece süren eski düğünlerin coşkusu ve ritüelleri, Harmancık insanının paylaşımcı karakterini de ortaya koyar.
Her biri sosyal bir şenlik gibi gerçekleşen Harmancık düğünleri, günümüzde epeyce değişime uğramış olsa da, ritüelleri bakımından hâlâ bir folklor sergisi özelliğini korumakta. Zaman aşımına direnen örf ve âdetler ile Harmancık’ın şehir kültüründen uzak oluşu, yöreye özgü düğünleri farklı kılıyor.
Harmancık düğünlerinin folklorik değer taşıyan yapısını, nasıl bir sosyal atmosfer içersinde gerçekleştiğini, beslendiği örf ve âdetleri, içerdiği ritüelleri, Harmancık Tarihi adlı kitabıyla tanınan araştırmacı-tarih öğretmeni Ömer Faruk Dinçel yazdı.
Bursa’nın dört dağ ilçesinden biri olan Harmancık, etkileşim içersinde olduğu çevresi ile birlikte kültürel yönden ele alındığında adeta bir folklor sergisi görünümündedir. Bu folklor sergisinde zaman aşımına direnen kültürel öğelerin, örf, âdet ve geleneklerin yakın bir döneme, hatta günümüze kadar ulaşmasında bence en önemli etken; Harmancık‘ın şehir kültüründen uzak oluşu, çevresinde bulunan il ve ilçelerdeki farklı kültürlerden fazlaca etkileşim içersine girmemesi, ekonomik durumu ve tabii ki kitle iletişim araçlarının geç yaygınlaşmasıdır.
Her yörede olduğu gibi bu yörede de kültürel yozlaşmanın ortaya çıkardığı durumlar düğünleri etkilemiştir. Eski düğünlerle günümüzdeki düğünler çok farklılık arz etmektedir. Eskiden ev önlerinde yapılan düğünler günümüzde artık düğün salonlarında yapılır olmuştur. Üç gün üç gece yapılan düğünün süresi de 1,5 hatta 1 güne kadar inmiştir. Dost, ahbap ve akrabaların katılımıyla gerçekleşen düğünler artık eski tadında değildir. Samimiyet azalırken gösteriş artmaya başlamıştır. Bu ve buna benzer onlarca örneği vermek mümkün olsa da ben esas konumuza dönmek isterim.
Bu yazıda yokluğun, yoksulluğun, samimiyetin, hasırın olduğu fakat hatırın da sayıldığı dönemlerde, Harmancık’taki eski düğünlerin nasıl olduğundan bahsedeceğim. Bizlere eski düğünlerin nasıl yapıldığı konusunda bilgi veren Harmancık Ece Mahallesi’nden 1935 doğumlu Fatma Durak’a, Bekdemirler Köyü’nden 1930 doğumlu Hacer Bozkurt’a ve Karaca Mahallesi’nden 1910 doğumlu Selamettin Yılmaz’a teşekkür ediyorum. Bu kaynak kişilerden derlediğim bilgileri sizlerle paylaşıyorum.
Eski düğünler
Eskiden düğünler üç gün sürerdi. Birinci gün; davul çalınır, yemekler yapılır gelen misafirlere yedirilir ve yöreye özgü Danışık yapılırdı. Danışık toplantısı, gelen misafirlerle tanışma ve kaynaşmaya vesile olmaktaydı. Civar köylerden gelen misafirler evlere götürülür, buna “Konak salma” denirdi. İkinci gün; gelinin çeyizi götürülür, çeyizi götürenlere yemek verilir, kadınlar da çeyize bakmak için çağırılırdı. Üçüncü gün ise; telli, duvaklı, üç etekli ve fesli gelin, ata bindirilip götürülürdü. Giden gelinin yanında da 7 tane gelin ve 7 tane at olurdu. Bunlara “Gelin avcısı” denirdi. Gelin, damat evine at üzerinde veya öküz arabasıyla götürülürdü. Oğlan evine giden gelin avcılarının karınlarını kız tarafı doyururdu. Gelin, ikindi namazından sonra damat evine götürülür, yatsı namazından sonra da güvey salınırdı. Kısaca özetlediğimiz bu tarz düğünler, ufak tefek farklılıklarla tüm köylerde bu şekilde yapılmaktaydı.
Düğün öncesi
Dünürlüğe, yani kız istemeye hayırlı olsun diye genelde Cuma akşamı gidilirdi. Dünürlüğe gidildiğinde kapının arkasında künge (toz, çerçöp) yoksa ailenin temizliğe dikkat ettiğine, kızın da temiz bir aile çocuğu olduğuna kanaat getirilirdi. Kızın anasının temiz olup olmadığı ise ocağın başından belli olurdu. Ocağı temizse, o kadın temiz ve düzenli sayılırdı.
Düğün kıyafetleri
Gelin olacak kız, sarka ve direkli car denilen kıyafetleri giyerdi. Hatta direkli car’sız gelin olunmazdı. Bu kıyafet elbisenin üzerine giyilmekteydi. Düğünlerde yöreye özgü üç etekli kıyafet giyilir, gabaralı sandık erkek tarafından mutlaka istenirdi. Gabaralı sandıksız düğün olmazdı. Başa kısa fes veya tabak konur, üstüne pullu örtü örtülürdü. Damat ise aralı don giyerdi ve uçkuru işlenirdi.
Düğüne davet
Düğün, minareden ilan edilerek tüm halk davet edilirdi. Buna günümüzde de hâlâ kullanıldığı şekliyle “Okuma” denir. Okumak; davet etmek demektir. Her zaman olmasa da bazen düğüne gelen misafirler için civar köylerden yatak, yastık ve yorgan toplanırdı. Kadın konağı ayrı, erkek konağı ayrı olurdu. Her gelen köylü, köy halkı olarak konaklara ayrılır ve buralarda misafir edilirdi. Her bir konağın ilgilenenleri ve misafirlere hizmet edenleri olurdu.
Düğün hazırlıkları ve düğün başlangıcı
Düğünler, salı, çarşamba ve perşembe günlerinin yanı sıra genellikle cuma, cumartesi ve girey denilen pazar günü olarak üç gün sürerdi.
Düğünün ilk günü olan cuma günü davulcular gelir, danışık yapılır ve gelen misafirlere yemek yedirilirdi. İlk gün düğüne gelen misafirler, hangi yönden gelmişlerse köyün girişinde tüfek atarlar veya ateş yakarlardı. Civar köylerden gelen misafirler böylece geldiklerini belli ederlerdi. Bunu duyup gören damadın sağdıcı da davulcularla birlikte, davul çaldırarak gelenleri karşılar ve düğün evine getirirdi. Gelişler çok şaşaalı ve tantanalı olurdu.
Düğüncüler, oğlan evinden tavuk alıp bir eve giderler ve tavuğu burada pişirtip yerlerdi. Bazen de alınan tavuk pişmiş olurdu. Düğünün birinci günü akşama kadar yemek hazırlıkları yapılır, sabahtan etli yemek için hayvanlar kesilirdi. Gün boyu yemek hazırlıkları sürerdi. Toprağa uzunlamasına çukurlar kazılır, ateş yakılır, sacayakları üzerinde de ateşe koca koca yemek kazanları vurulurdu. Kazanlarla et, pilav, nohut ve çorba pişirilir, kazanın bir diğerinde ise mutlaka hoşaf olurdu. Akşam da davul çalmaya başladığında erkekler oynar, düğün evinin sunduğu içecekleri içerlerdi.
Kına gecesi
Kına gecesinde bakır çalmak ve gelini ağlatmak âdettendi. Gelinin yanı sıra gelinin anası da kızım gidecek diye ağlardı. Kına gecelerinde;
“Anası var gurbet elde
Babası var kara yerde
Sen gel menevşeli gelin
Bindim atın saçlısına
Düştüm kızın saçlısına
Sen gel menevşeli gelin
Ay anası, anası
Kızın sana bugün misafir
Yarın ellerin
Kınası kalır tasta
Oğlan evi pek havasta
Kız anası kara yasta
Atladı girdi eşiği
Sofrada kaldı kaşığı
Büyük evin yakışığı
Kız anam kınan kutlu olsun”
denilir ve bakır çalınarak gelin ağlatılırdı.
Yine kına gecesinde;
Menevşesi tutam tutam
Arasına güller katam
Nice gurbette yatam,
Sen gel menevşeli gelin
Gelin gelin allı gelin
Al yanağı ballı gelin
Suda durur pınardan
Yıllar geçti haber geldi yârdan
Menevşesi boyun eğmiş
Yaprakları suya değmiş
Kız seni seven (oğlan) ölmüş.
Menevşesi çengel çengel
Vardır aramızda engel
Ben ölürsem yerime sen gel
Sen gel menevşeli gelin
Menevşe buldum dereden
Sordum evleri nereden
Üç gız bir oğlan aradan
Sen gel menevşeli gelin
Hana bu gızın anası
Başında mumlar yanası
Söylen gelsin kaynanası
Sen gel menevşeli gelin
diyerek türkü söylenirdi.
Kına yakılırken bu türküyü dinleyen gelin, ağlamaya başlardı. Buna “Gelin övdürme” adı verilirdi. Ağlamak ise adetten sayılırdı. Yine aynı şekilde gelin kızın babasına;
“A babası babası
Kızın babası
Bu kız böyün sana misafir
Yarın ağşam illerindir.”
denilirdi. Gelinin anasına da aynı şekilde:
“Ay anası anası
Kızın anası
Bu kız böyün misafir
Yarın ağşam illerindir,”
denilerek babası ve anası ağlatılırdı.
Düğünde oynanan oyunlar
Düğünlerde çiftetelli, Oğlan Adın İsmail (Güvende), Domaniç Oyunu, Zeybek Oyunu, Harmandalı, Kütahya Havası, Bıçak Oyunu vb. oyunlar oynanırdı. Eceköy’lü Davulcu Kamil, Kozağacı’ndan Zurnacı Ahmet, Okçular köyünden Koca Zurnacı vb. pek çok meşhur çalgıcı, düğünlerde çalgı çalarlardı. Yine düğünlerde ve bayramlarda bazı köylerde seyirlik deve oyunu ve Arap Oyunu oynanırdı. Buna göre; oyuncunun arkasına ve önüne soğanlar takılır, oyuncu, eline ceviz dokuma sırığını alarak etrafındakileri bu sırıkla kovalar ve millet de kaçışırdı. Oyundan sonra Arap olan kimseye hediye olarak bir tavuk verilirdi.
Gelin alma ve Sağdıç gelini
Gelin alma sırasında sağdıcın hanımının göğsüne çapraz şekilde allı yazma bağlanır ve sağdıcın hanımı gelinin arkasında yer alırdı. Gelinin çeyizini, cumartesi yani ikinci günü, gelinin akrabalarından paralı olan kimse götürürdü. Gelinin arkasında on beş yirmi tane çocuk olur ve bunlar, içlerinde; şeker, leblebi, kuru üzüm, haşhaşlı ekmek ve küçük bir basma olan kalburları taşırlardı. Yine cumartesi günü oğlanın sağdıcı, “Sağdıç Gelini” çıkarırdı. Bu, çalgıyla olurdu. Buna göre; Sağdıç, tüm seymenler arkasında olarak başının üzerine bir sini olduğu halde gelin başı taşırdı. Düğünün üçüncü günü gelin almaya gidilir, at veya öküz arabasına bindirilerek gelin alınırdı. Üçeteğini ve Direkli Car adı verilen kıyafeti giymiş olan gelin, “Gelin Çıktı” havası çalınarak evinden çıkarılır ve oğlan evine getirilirdi. Böylece Pazar günü akşama doğru gelin çıkmış olurdu. Gelin giderken oğlan tarafındakiler, kız tarafını kızdırmak için şöyle derlerdi:
“İşte geldik köyünüze
Selam verdik hepinize
Kızı aldık gidiyoruz
Kepek sarın belinize”
Erkek tarafı bu beyiti bağırarak söyler ve dolma tüfekleri havaya doğru ateşlerlerdi. Gelin, damat evine getirildiği zaman da bir ara davul susturulur ve şöyle denilirdi:
“Yığılı iplik gibi
Bükülmüş iplik gibi
Sana bi gız getirdik
Kınalı keklik gibi”
Bu arada damat, gelenlerin önüne çıkar ve onları karşılardı.
Düğün sonrası
Düğünden sonra yani dördüncü gün ise gelin suya götürülürdü. Köyün dışındaki bir çeşmeye önden gidenler bir bıçak ve bir de tarak saklarlar ve bunlar geline arattırılırdı. Bıçak bulursa erkek çocuğu, tarak bulursa da kız çocuğu olacağına inanılırdı. Gelin en küçüğünden en büyüğüne kadar el öperdi. Daha sonra gezici yapılır, gelin tarafı erkek tarafına, erkek tarafı da kız evine gider, yemekler yenir ve dostluklar pekiştirilirdi.
Harmancık’taki eski düğünlerde gelin “üç etekli kıyafet” giyerdi. Yöreye özgü bu kıyafet, arka kısmında iki küçük etek, ön kısmında ise bir büyük etekten oluşurdu. Belde bir kuşak, üstte ceket tipinde bir sarka, başta kırmızı kısa bir fes, onun üzerinde “al” denilen bir örtü bulunurdu.
Gelinin sağdıcı, düğün süresince gelinin en yakın arkadaşı ve yardımcısı olup gelin ile birlikte aynı odada kalır ve yanından hiç ayrılmaz. Gelinin çıkması sırasında da arkadaşlarıyla birlikte kapıyı kilitleyerek gelin alıcılarından para ister. Alınan para sağdıç ve arkadaşlarınca paylaşılır.
Heybe taşıyan Seğmen: Sağdıç gelini giderken seğmenlerden oluşan grubun önünde yetişkin bir çocuk olur. Bu çocuğun omzundan aşağıya sarkan bir heybe bulunur. Bu heybede sağdıcın damada götürdüğü iğde, elma ve erik gakı (kurusu) vb. hediyeler bulunur.
Sağdıç Gelini: Düğünün ikinci günü davul çalınarak sağdıcın evine gidilir. Seğmenlerden biri uzunca bir değneğin ucunda ay-yıldızlı bayrak taşır. En üst kısmına elma konmuş bayrağın alt kısmında ise yazmalar bağlıdır. Sağdıç, seğmenlerle birlikte renkli krep ve yazmalar bağlı gelin başını, başının üstünde taşıyarak düğün evine gider. Düğün evinin önüne getirilen sağdıç oynatılır.
Gelin Başı: Yün eğrildikten sonra çile halindeki ipin sarıldığı ve Gecere adı verilen tahta çıkrığın üzerine bir kadın fesi konur. Bu fesin üzerine renkli krep ve yazmalar bağlanır. Buna Gelin Başı denir.
Büyük Oyun: Alçak hava niteliğinde olup ezgisinde pes sesler yoğundur. Diğer bir adı da “Domaniç Oyunu” dur. Grup olarak halka biçiminde ve genelde Gediz Pazarı Türküsü eşliğinde oynanır.
Not: Bu yazı, Olay gazetesinin Kasım 2012’de yayımlanan Bursa’da Yaşam dergisinden alınmıştır.)
Ömer Faruk Dinçel